OBEZİTE: Tanı ve Tedavi
1.
Terminoloji
2.
Dünya ve Türkiye verileri
3.
Yarattığı sağlık sorunları
4.
Tedavi (Son kılavuz verileri - ACC/AHA-2013)
Vücuttaki dokularda olması gerekenden daha fazla yağ
birikmesi durumudur. Dokulardaki yağlanma birtakım sağlık sorunlarına sebep
olmakta ve yaşam beklentisini azaltmaktadır (1). Düşük, normal kilo ve obezite
varlığı, vücut kitle indeksi (VKİ) olarak nitelendirilen ve kişinin kilogram
cinsinden ağırlığının metre cinsinden boyunun karesine bölünmesi ile elde
edilen bir ölçümle tespit edilir (VKİ = ağırlık [kg]/ boy [m]2).
Yetişkinde normal kilo aralığı VKİ 18.5 – 24.9 kg/m2 olacak şekilde
hesaplanır. Örnek verilecek olursa 170 cm boyundaki bir yetişkinde normal kilo
aralığı 53.5 - 72 kg dır. VKİ <18.5
kg/m2 olması düşük kiloyu, 25 - 29.9 kg/m2 olması artmış
kiloyu, 30 - 39.9 kg/m2 olması obeziteyi ve ≥40 kg/m2 olması
ise aşırı veya morbid obeziteyi gösterir. 65 ve üzeri yaş grubunda ise VKİ için
normal aralık 22 - 24.9 kg/m2 dir (Tablo 1). Diğer taraftan yapılan
çalışmalar ileri yaş grubundaki bireylerde biraz kilolu tarafta yeralmak
sağkalım için olumlu bulunmuştur (≥65 yaş grupta yaşam süresi VKİ 25-29.9 kg/m2
aralığındakilerde daha iyi bulunmuştur).
Tablo 1: Farklı kilo gruplarının VKİ ve yaşa göre
değerlendirilmesi
VKİ
(kg/m2)
|
||
|
Yetişkin
|
≥65 yaş
|
Düşük kilolu
|
<18.5
|
<22
|
Normal kilolu
|
18.5 -24.9
|
22 -24.9
|
Artmış kilolu
|
25 -29.9
|
|
Obez
|
30 -39.9
|
|
Morbid obez
|
≥40
|
Vücut yağ oranı ölçüldüğünde erkekler için %25 ve
üstü, kadınlar için %33 ve üstü kilolu olarak nitelendirilir.
Bel çevresi ölçümü de önemli bir ölçüt olarak kabul
edilmiştir. Erkekte 80 cm ve kadında 94 cm üstü kilolu olmak ve insülin direnci
varlığı ile ilişkili bulunmuştur. Yine bu değerlerin üzeri kardiyovasküler hastalıkların
gelişimi ve sağkalım beklentisi ile ilişkili bulunmuştur (2).
Dokular içinde yeralan yağ hücrelerinin sayı ve
hacimsel artışı sonucu obezite ortaya çıkmaktadır. Son yıllarda yapılan
çalışmalarda yağ dokusunun eskiden sanılanın aksine aktif endokrin salgılarının
olduğu saptanmıştır. Bu sentez edilen proteinlere adipositokin denilmektedir.
Bunlardan bazıları vücutta inflamasyonu arttırdığı bilinen TNF-alfa ve IL-6
dır. Diğer adipositokinler arasında plazminojen aktivatör inhibitör-1 (PAI-1:
pıhtılaşmayı arttırır), prostoglandinler, leptin, adiponektin, laktat,
lipotransin, vb. mevcuttur. Bu doku içinde bulunan aktif enzimler ise lipid
depolanması ve parçalanmasından sorumludur (endotel kaynaklı lipoprotein lipaz,
hormon sensitif lipaz, asil koenzim A sentetaz).
Açlık ve tokluk biyokimyasal olarak nasıl regüle
edilir. Bu konuda etkili olan bir takım proteinler öncelikle yağ dokusu ve
gastrointestinal sistemden salgılanır, fakat etkili oldukları merkez
hipotalamik iştah merkezidir. İştah arttıran temel protein Ghrelin dir. İştah
azaltan temel protein ise yağ dokusunda sentez edilen Leptin dir. Bunun dışında
yemek sonrası gıdaların ince barsağa geçmesi ile salınımı artan Glikagon
benzeri peptid-1 (GLP-1), kolesistokinin ve nöropeptid YY de tokluk hissettirir.
Obezitenin genetik yönü ne olabilir sorusunun cevabı
açlık ve tokluk hissettiren peptidlerin reseptörleriyle ilgili olabilir.
Örneğin leptin reseptör disfonksiyonu bu etkiyi ortadan kaldırıp devamlı açlık
hissi yaratacaktır.
Obezite
Sebepleri
Aslında obezitenin bir alışkanlıktan öte birçok
sebebi olabilir (Tablo 2). Bunların başında metabolik hastalıklar gelmektedir.
En başta insülin direnci ve vucutta sentezlenen insülin miktarındaki artış,
kilo alımına zamanla obeziteye sebep olmaktadır. Burada bir döngü
yeralmaktadır. Artan yağ dokusu insülin direncine, insülin direnci daha çok
insülin sentez edilmesine ve bu da daha çok kiloya sebep olmaktadır. Bu zincir
bir noktada kırılmadığı taktirde kontrolsüz Tip II DM hastalarında olduğu gibi
aşırı kilo alımına sebep olacaktır. Diğer metabolik hastalıklar arasında
hipotiroidizm ve “cushing” hastalığı
(hiperkortisizm) yeralmaktadır.
Tablo 2: Obezite sebepleri
- Yaşam
alışkanlıkları, sedanter yaşam
- Endokrin sebepler
(Tip II DM, hipotiroidizm, Cushing Hastalığı)
- Genetik sebepler
- Gebelik
- Depresyon
- Hareket
bozuklukları
- İlaçlar
- Kültürel yapı
- Alkol alışkanlığı
Dünyada
ve Türkiye’de obezite sıklığı
Son verilere göre ABD de toplumun %69’u
kilolu, %35 i ise obezdir (3,4). Her 5 ölümün birinden sorumlu tutulmuştur (5).
Avrupa’da erkeklerin %15’i, kadınların da %22’sinde obezite tespit edilmiştir
(6). Türkiye de bu konuda en kapsamlı araştırma Dr. Satman ve ekibi tarafından
yapılmış olan TURDEP I ve TURDEP II dir. İlk analiz 1998 de 20 yaş ve üstü
24788 kişide, ikinci analiz 2010’da 20 yaş ve üstü 26499 kişide yapılmıştır.
TURDEP I de toplumun %41’i normal kilolu, %35’i kilolu, %21’i obez ve %1’i
morbid obez iken TURDEP II de %26’sı normal kilolu, %37’si kilolu, %32.8’i obez
ve %3.1’i morbid obez bulunmuştur. Kilolu (VKİ 25 – 29.9 kg/m2) kişi
sayısı 12 yılda %6 artmış, daha önemlisi obez kişi sayısında %56, morbid obez
olanlarda ise bir önceki ölçüme göre %210 artış olmuştur. Son 12 yılda
ülkemizde kadın populasyonda obezite %34, erkeklerde %107 artış olmuştur (7).
Eşlik
eden diğer sorunlar
- Uyku apne sendromu
- Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH)
- Tip II Diyabetes Mellitus ve komplikasyonları
- Hipertansiyon ve komplikasyonları
- Hiperlipidemi (hipertrigliseridemi,
hiperkolesterolemi veya mikst)
- Kardiyovasküler hastalıklar (Ateroskleroz ve
sebep olduğu koroner arter hastalığı, inme, periferik arter hastalığı, vb)
- Depresyon, somatizasyon (hastalık hastalığı)
- Peptik ulkus, mide ülserleri, kabızlık,
gastroözofageal reflü, safra kesesi hastalıkları (taş, vb), karaciğer
yağlanması ve sebep olabileceği alkol dışı yağlanma ve siroz (karaciğer
yağlanmasına eşlik eden ılımlı karaciğer enzim yüksekliği varlığı 10 yıl
ve üzeri sürdüğünde siroz gelişme olasılığı %10-15 dir).
- Osteoartrit (eklem kireçlenmesi), vertebra fraktürü,
düşmeler
- Polikistik over sendromu (obezite, adet
düzensizliği ve tüylenme varlığında şüphelenilmelidir)
- Bacaklarda varis gelişimi
- Hareket kaabiliyetinde azalma
- Kanser riskinde artış (Mide, barsak, akciğer,
endometrium, meme, vb)
- İnfertilite ve libido kaybı
Tedavi
Obesite varlığında dikkate alınacak 5
temel konu bulunmaktadır:
- Eşlik eden diğer sağlık
sorunlarının (ko-morbiditeler) tespiti ve tedavisi
- İnsülin direncinin
değerlendirilmesi ve tedavisi
- Obesite ile mücadele (hayat
standartlarının düzenlenmesi, egzersiz ve diet)
- Medikal tedavi (İlaç ve cerrahi)
- Psikolojik danışmanlık
Eşlik eden diğer sorunlar hemen üstte
anlatıldı. Bu sorunların tespit edilmesi için iyi organize olunmalı ve tek tek
değerlendirilmelidir. İlk sırada metabolik
sorunların tespiti için biyokimyasal analizler yapılmalıdır. Örneğin diyabet kontrolü sağlanmadan veya
tiroid tembelliği düzeltilmeden obezite ile mücadele edilemez. Diğer taraftan
kalıtsal hiperlipidemisi olanlar tespit edilip tedavi edilmelidir. Kardiyovasküler açıdan detaylı
değerlendirme yapılmalıdır. Bunun için ayrıntılı bir anamnez, fizik muayene
yapılmalı ve ardından EKG, ekokardiyografi ve EFOR testi gerekebilir.
Ateroskleroz doku kanlanmasını bozan önemli bir sorundur. Periferik arterler
kol ve bacak nabızları ile değerlendirilir. Şüpheli durumda doppler USG veya daha ileri inceleme ile incelenir. Beyinin temel kanlanması
boyundan geçen ana arterlerle olur ve bunların değerlendirilmesinde önce fizik
muayene, ardından akım tespiti ve vasküler yapı incelemesi için doppler USG istenir. Yine boyunda yeralan vertebral arterler beyin arka kısmı,
beyin sapı ve ve beyincik i kanlandırır. Bunlardaki akım patern bozuklukları en
başta denge bozukluğu yaratır ki bu da kişinin hareket kaabiliyetini ciddi
anlamda azaltır.
Solunum
problemleri çokca karşılaşılan bir
durumdur. Birçok kez kişinin bundan haberi yoktur. Zeminde tıkayıcı akciğer
hastalığı olabileceği gibi sadece artan kilonun yarattığı solunum hacminin
azalmasına bağlı akciğerin oksijenlendirme kapasitesi azalabilir. Yani nefes
alıp verme hacmi azalacağından (akciğerlerin havalanması için uygun hacim
olamayacağı için) vücutta karbondioksit birikmeye başlar, bu özellikle geceleri
olur ve solunum durmasına (apne periodları) sebep olur. Doku hiposisinden
solunum merkezi de etkilenir, bu sebeple solunum dürtüsü de bozulur. En
nihayetinde uyku apne sendromu dediğimiz durum ortaya çıkar. Dokulara yeteri
kadar oksijen gitmemesi organ yaşlanmasına ve hasarına yol açar. Çoğu kez
hipertansiyon mevcuttur. Uyku apne varlığında kişi gece normal uyku döngülerini
yaşayamadığından yeteri kadar dinlenemez. Derin uyku periyotlarını (REM)
yaşayamaz. Bu defa gündüz uyuklamaları başlar. Dikkat dağınıklığı, iş kazaları,
uyku hali olması, hareket azlığı, metabolizmanın yavaşlaması buna eşlik eder.
Yani bir halka daha ortaya çıkar. Metabolizma yavaşladıkça kişi kilo veremez ve
hatta alır. Bu da uyku apneyi kötüleştirir. Çoğu hastada ev tipi solunum
cihazları gerekir veya operasyon gerekliliği anlatılır.
Depresyon en önemli sorunlardan biridir. Bazı hastalar kendini
daha iyi hissetmek için daha çok yemek yer, kilosu daha da artar. Diğer
taraftan deresif duygudurum tüm aktivitelerden alıkoyar. Kişi evinden çıkmak
istemez, ya da yeni bir şey yapmak dünyanın en zor işidir.
Kilo arttıkça iskelet sistemi sorunları
artar. Bel ağrıları, kalça ve diz ağrıları artar. Bunun sebebi osteoartrit ve diskopatilerdir. Herikisi de hareket kaabiliyetini ciddi anlamda
azaltır.
Gastrointestinal
sorunlar yine obezitede çokça
görülür. Özellikle pasaj problemleri, şişkinlik, kabızlık, karın ağrısı ve
sekonder ortaya çıkan reflü şikayetleri sıktır. Gece yiyip yatma bu
şikayetlerin katlanarak artmasına sebep olur. Bu kişilerin en çok tükettiği
ilaçlar bu şikayetlerin azaltılmasına yönelik ilaçlardır.
Obezite tedavisine başlamadan önce
kişinin sosyal hayat yaşam stilinin haritası çıkarılmalıdır. Sonra bu harita
kişi ve hekim tarafından incelenerek düzeltici bir takım çözümler birlikte
bulunur. Bunun en önemli faydası hasta uyumunun sağlanmasıdır. Tek taraflı
öneriler, hastanın uyumunu azaltacak ve tedavinin başarısızlığı ile
sonlanacaktır.
İnsülin
direnci
İnsülin, vücutta glukoz ve lipidlerin
kandan hücre içine alınmasını sağlayan en önemli hormondur. İnsülin
eksikliğinde kan şekeri düzeyleri artmakta bu durum diyabete yol açmaktadır.
İnsülin eksikliği tip 1, sekonder diyabet ve tip 2 diyabetin ileri evrelerinde
karşılaşılan bir durumdur. Tek tedavisi dıştan insülin vermektir.
İnsulin pankreasın beta adacık
hücrelerinde sentez edilir ve kana geçer. Sentez ve salgısı kan şekeri
düzeyleri ile yakından ilişkilidir. Aynı zamanda büyüme hormonu benzeri etkisi
nedeniyle kilo alımına sebep olur.
Tip 1 diyabette pankreasta insülin
sekrete edecek hücre sayısı çok azalmış veya kalmamıştır. Çoğu kez pankreas
beta adacık hücrelerine karşı bağışıklık sistemi tarafından oluşturulmuş bir hasar vardır. Bu sebeple
adacık hücre antikorları ve anti GAD (glutamik asit dekarboksilaz) antikorlar
artar. Tanı çoğunlukla insülin yetersizliğine bağlı ciddi kan şekeri yükselmesi
ve sebep olduğu koma (ketotik) nedeniyle acil servise başvuru ile konur.
Sekonder diyabet pankreas hasarı sonucu insülin sekrete edecek hücre kalmaması
sonucu ile ortaya çıkar (örn. tekrarlayan pankreatit, pankreas kanseri,
post-travmatik, iskemik, radyasyon, vb). Tip 2 diyabette yıllar içinde adacık
hücre kaybı ortaya çıkar. Aslında temel sebep tip 1 diyabetten farklı olarak bu
hücrelerin insülin direnci nedeniyle yıllarca aşırı çalışması nedeniyledir.
Sağlıklı fonksiyonel hücre sayısı için kritik eşik olan %5 ‘in altına inildiğinde
insülin yetersizliği başlar. Tüm bu durumlarda tedavi insülin verilmesidir.
Tip 2 diyabetin erken ve orta
dönemlerinde ise asıl sorun insülin üretiminde değil, tüm dokularda insülinin
etkili olmasını sağlayan hücre üstündeki reseptörlerdedir. Reseptör fonksiyonu
bozukluğu nedeniyle insülin varolduğu halde etkili olamaz ve glukoz organlar
tarafından hücre içine alınamaz. Bu durumda kan şekeri düzeyleri yükselir.
Organizma bunun üstesinden gelebilmek için (eşiği aşmak için) devamlı daha çok
insülin salgılamaktadır. Zamanla organ yağlanması ve kilo alımı ortaya
çıkmaktadır. Dokulardaki glukoz açlığı nedeniyle iştah artışı ve yeme istemi
oluşur. Bu halkanın kırılması için hayat standartlarındaki değişikliklerin
yanısıra ilaçlarla insülin direnci kırılmalıdır.
İnsülin obesite ile yakından ilişkilidir.
İnsülin ile adiposit dediğimiz yağ dokusu hücreleri ile yakıniletişimi vardır.
İnsülin kanda dolaşan serbest trigliseridlerin adipositler içine alınmasını
sağlar ve glukozdan da lipid üretimini indükler (lipogenez). Diğer taraftan yağ
parçalanmasını engeller (lipoliz azaltır). Kandaki lipoproteinlerde bulunan
serbest yağ asitlerinin lipoprotein lipaz aktivitesi artışı ile parçalanarak
adipositler içine alınmasını sağlar (8).
Obesite varlığında insülin direnci gelişmesinin
en önemli sebeplerinden biri insülin aracılıklı hücreiçi glukoz taşınmasının
(sinyal yolağına ikincil) en önemli regülatörü taşıyıcı GLUT4 (insülin kaynaklı
glukoz transporter-4 preoteini) ün normal sentez edilmesine rağmen hücre
duvarına yeterince taşınamamasıdır. Ya da bir başka deyişle bu proteini hücre
duvarına taşıyan veziküllerde ve sayısında sorun vardır ve yeterince taşınamaz.
Böylece glukoz hücre içine alınamaz. Vücut bu uyarı eşiğini aşmak için çok daha
fazla insülin salgılamak zorunda kalır. Buna insülin direnci denmektedir.
İnsülin direncinin başka sebepleri de
vardır. Örneğin insülinin hücre üzerinde bağlandığı reseptör ve peşisıra aktive
ettiği yolak (trozil fosforilasyonu) obesite varlığında ortaya çıkan artmış
protein tirozin fosfataz nedeniyle bozulur. İnsülin varolduğu halde hücre içine
sinyal gönderilemez.
Bir başka bulgu da vücutta genel anlamda
yağ birikimi değil özellikle santral kısımda ve organlardaki yağ birikiminin
insülin direnciyle yakından ilişkili olduğudur (9).
Daha önce adipositlerden sentez
edildiğini ve bunun da beyinde hipotalamusda doygunluk hissi yarattığından
bahsetmiştik. Bir diğer hipotez, özellikle hayvan çalışmalarıyla
desteklenmiştir, artan yağ dokusu ve obezite varlığında leptin direnci
gelişmekte, bu da insülin direncine sebep olmaktadır (10,11).
Günümüzde insülin direnci nasıl tedavi
edilmektedir? Aslında yine ilk sırada günlük aktivitede artış ve kilo kaybı
gelmektedir. Bu, insülin direncini azaltmanın en doğal yoludur. Bu tedavide
olmazsa olmazdır, fakat tedavi başarısı için yeterli değildir, çünkü çalışmalar
yıllık kilo kaybı başarısının çoğu kez yeterli düzeyde olamadığını
göstermektedir.
İnsülin direncini doğal yollardan
azaltmanın yanısıra tıbbi tedavi ile azaltmanın yolları mevcuttur. En iyi bilinen
ve en çok deneyim elde edilen ilaç grubu biguanidlerdir. Bu grubun en iyi
bilinen örneği metformin dir. Bugün
piyasada çok çeşitli metformin içeren ürün mevcuttur. Genel uygulama 1000 mg
tab tabletlerden günde iki kez kullanımıdır. Önerilen metforminin öğünün içinde
alınması (sabah, akşam), tolere edebilirse öğünün başına çekilmesidir. İştah
azaltması da diğer olumlu etkisidir. En sık karşılaşılan yan etkisi
gastrointestinal yan etkileridir. Bulantı, şişkinlik, karın ağrısı, vb. Solunum
ve böbrek yetersizliği olan hastalarda kullanılmamaktadır.
İnsülin direnci tedavisinde kullanılan
bir diğer ilaç tiyazolidinedionlardır (TZD). Bu ilaçlar yakın zamanda piyasaya
çıkmıştır. PPARγ resptör uyarılması yağ dokusunda insülin direncini etkin bir
biçimde azaltmaktadır, bir başka ifade ile insülin etkisini arttırmaktadır. PPARγ agonistleri preadipositlerin
çoğalması ve aktivasyonuna yol açar, diğer taraftan hipertrofik ve
disfonksiyonel adipositlerin parçalanmasını sağlar (özellikle organ yağları,
viseral yağ). TNF-alfa düzeyini azaltarak insülin direncinin tedavisine katkı
sağladığı da ifade edilmektedir. İlk çıkan TZD roziglitazondur. Bir süre ürün
markette kullanıldıktan sonra faz 4 çalışmalarında kalp yetersizliğinde olumsuz
etkileri ortaya çıkmış ve kullanımı sonlandırılmıştır. Bu grubun ikinci üyesi
piaglitazon un bu tarz bir yan etkisi gösterilmemiştir. Yine de aktif kalp
yetersizliği ve iskemik kalp hastalığı olanlarda, kronik böbrek yetersizliği ve
karaciğer enzim artışı varlığında (ALT /AST >2.5 kat), gebelikte, maküla ödemi olanlarda kullanılmaması
duyurulmuştur. Mesane kanseri ve osteoporozda olumsuz etkileri bildirilmiştir.
Mesane kanseri için risk 24 aydan fazla kullanımda daha olası bulunmuştur. 15
veya 30 mg lık tabletlerden günde 1 kez şeklinde alınmaktadır. Yemek öncesi
veya yemekle alınabilir.
Hayat
standartlarının düzenlenmesi
Bunun içinde sıvı ve gıda tüketimi, gıda
seçimi, günlük egzersiz programları, uyku ve beslenme patern değişiklikleri
mevcuttur.
Sağlıklı bir kişinin günlük sıvı ihtiyacı kg başına 30 ml dir. Bu miktar hareket, dış
ortam sıcaklığı, mevcut koşullar ve dış etkenlere göre değişebilir. Örneğin
ateşli hastalık veya ishal mevcutken ihtiyaç çok daha fazla olabilir.
Obezite ile mücadelede sıvı miktarından
ziyade tüketim şekli önemlidir. Yapılan çalışmalarda öğün öncesi içilen suyun tedavi başarı oranını arttırdığını
göstermektedir (12). Öğün hemen sonrası içilen su gıdaların (özellikle
karbonhidratların) midede yeteri kadar zaman geçirmeden hızla ince barsağa
geçmesine sebep olur, bu da normalden fazla insülin salınımı yapar. İnsülin ile
obesite arasındaki ilişki daha önce anlatılmıştı.
Gıda tüketiminde diet kısmı ileride
anlatılacaktır. Bu ilk kısmında daha ziyade anlatılmak istenen tedaviden çok
kişinin günlük yaşam şeklinde yapılmak istenen değişikliklerdir. Hayat
standartları modifikasyonu içerisinde yeme şeklinin düzenlenmesi çok önemli bir
başlıktır.
Sağlıklı bir bireyin hayatının idamesi
için makro ve mikro besin öğelerine
ihtiyacı vardır. Bunlar web sayfamda beslenme bozuklukları kısmında detaylı
olarak yeralmaktadır. Makro besin öğeleri içerisinde karbonhidratlar,
proteinler ve yağlar yeralır. Günlük ihtiyaç karşılanamaz ise organizma
fonksiyonlarında kayıp ortaya çıkar. Mikro besin öğeleri ise vitamin ve
elementlerdir.
Diğer taraftan makro ve mikro besin
öğelerinin uzun süre yetebilecek şekilde depolanabilenleri, daha kısa süreli
depolanabilenleri ve çok az ya da hiç depolanamayanları vardır. Örneğin, yağlar
uzun süreli depolanabilirken, karbonhidratlar çok kısa süreli yetebilecek
şekilde karaciğer ve kaslarda glikojen olarak depolanır (6 saat). Halbuki
proteinler depolanmaz. Alındıktan sonra kullanılır, fazlası parçalanarak
yağlara dönüştürülür. Keza karbonhidratlar da fazla alındığında yağa
dönüştürülür. Vücudun enerji ihtiyacı doğduğunda yağ asitleri parçalanarak mitokondride
Asetil CoA üretilir ve enerji üretiminde kullanılabilir.
Dolayısıyla, gıda kısıtlaması yaparken öncelikle yağ fraksiyonu, kısmen
karbonhidrat fraksiyonu kısıtlanabilirken protein kısıtlaması ihtiyacın altında
yapılmamalıdır. Bu durum ciddi sağlık sorunlarına sebep olabilir. Yine
organizma için gerekli olan mikro besin öğeleri alınmadığı taktirde ciddi
sorunlar gelişebilir.
Bu sebeple hayatı tehdit edecek, kısa
sürede büyük miktarlarda kilo verme adına bilinçsiz
dietler yapılmamalıdır !!!
Nasıl ki kilo yıllar içinde alınıyorsa, kilo verilme programı da belli bir
hızda olmalıdır. Bunun için en ideali yıllık %15 düzeyidir. Yani 100 kilo olan
bir birey için 12 ay sonra 15 kilo kaybı planlanmalıdır. Bu ay başına 1-1.5 kg
a denk gelir.
Zaten hızla kilo veren bireylerde kilo verilmesinin ardından ilk yapılan
kendini yemek yemek ile ödüllendirmek olmaktadır. Halbuki obezitede temel sorun
algı, yeme dürtüsü ve hayat standartlarındaki bozukluklardır ve öncelikle
bunlar üzerinde çalışılmalıdır. Katı sabit kurallar yerine bireyselleştirilmiş
multidisipliner tedavi ve bunun yakın takibi gerekir. Her bireyin ayrı bir yol
haritası tutulmalıdır.
Diğer bir kural günlük öğün sayısını azaltmamaktır. Kilo vermek için organizma aç
bırakıldığı an sistem otomatikmen metabolik hızını düşürecek ve bu durumun
üstesinden gelmek isteyecektir. Halbuki obezite tedavisinde en istenmeyen durum
metabolik hızda olacak yavaşlamadır. Aksine aerobik egzersizler planlanmalı,
metabolik hız arttırılırken kas kitlesi kaybedilmemelidir. Kas kitlesinin
idamesini sağlayan temel faktörler protein tüketilmesi kadar egzersiz
yapılmasıdır. Tek başına protein tüketimi kas kitle kaybının önüne asla
geçememektedir.
Kişi günlük
yeme alışkanlıkları içindeki fazlalıkları önce kendi görmelidir. Önce
“yemesem de olurdu, hatta yememeliydim” dediklerini farketmelidir. Bunu
görebilmenin en kolay yolu 3 günlük
yedikleri listesini (ayrıntılı miktarları ile birlikte) tutturmak ve sonra
önüne koymaktır. Bazı gıdaları gereksiz tükettiğini farkedip bırakarak hayat
standartları değişikliğine kendisi başlamış olacaktır (örn. bu tarz bir listede
günde 12 dilim ekmek veya 4 adet çikolata ya da 15 bardak çay ile 45 kesme
şeker kullandığını farkedebilir ve daha önce hiç alt alta toplamadığından bunca
tükettiğini farkında olmayabilir).
Diğer taraftan bazılarının yaptığı gibi gündüz öğünlerinin kimini atlamak
kalori hedefini tutturmak için faydalı olur görüşü mevcuttur. Bunun ardından
ise günün son öğünü olan akşam yemeğine yüklenilir veya gece yatmadan önce
ciddi atıştırmalar yapılmak zorunda kalınır. Bunun sonucunda ne olur? En başta
yukarıda da bahsettim, metabolik hız yavaşlar, yani gündüz yemek yenmez ise
kişi uyku veya istirahat moduna geçer, ya da aktivitesini farkında olmadan
azaltır. Akşam dolu bir yemek veya atıştırmalar ardında uykuya geçince asla
kilo verme hedefine ulaşamaz. Dolayısıyla doğru davranış; gün içi öğünleri
kalori hedeflerine göre düzenleyerek tüketmeli, mümkün oldukça uyku öncesi (ki
zaten metabolik hız azalacaktır) az kalori alınmalıdır ( !!! Protein demiyorum,
çünkü protein yıkımının olmaması için gün içinde her öğünde eşit düzeyde protein
alınmalıdır. Hatta alınan proteinler yeterli düzeyde vücutta üretilmeyen ve
dışarıdan alınmak zorunda olunan esansiyel aminoasitleri de içermelidir. Aksi
taktirde kas yıkımı olacaktır. Kas yapım ve yıkımı çok dinamik bir olaydır, gün
içi artış ve azalmalar ile organizma tarafından dengelenmeye çalışılır).
Yine sıkça yapılan bir yanlış ta açlık
bastırmak için akşam veya yatmadan önce
süt içilmesidir. Kilolu bireylerde gastrointestinal sorunların sıkça ortaya
çıktığından bahsetmiştik. Süt sindirilmesi oldukça zor olan ve hatta neredeyse
et kadar midede kalabilen bir gıdadır. Kişi süt içip uyuduğunda midede saatlerce
kalacak ve asit salgısının artmasına dolayısıyla reflüye sebep olacaktır. Akşam
uyku öncesi ve uykuda metabolizma yavaşlayacağından mümkün olduğunca düşük
kalori hedefi tutturulmalıdır. Aksi taktirde obezite tedavisinde başarı şansı
düşüktür. Daha ileride değinilecek, bu tarz stresle başedebilmek için en önemli
destek psikolojik destektir.
Bazen oragizma algıda yanılgı yaratmakta,
özellikle akşamları susama hissi ile
karbonhidrat açlığını karıştırmaktadır. Bu nedenle açlık hissi ile gıda
tüketmeden önce mutlaka bir bardak su içip beklenmelidir.
Az uyku uyumak insulin direncini
dolayısıyla glukoz açlığını tetikleyeceğinden uyku düzenine önem verilmelidir. Çok uyumak da metabolizmayı
yavaşlatacaktır. Bu sebeple dengeli ve düzenli uyku önemlidir.
Egzersiz
uygulamaları:
Herhangibir egzersiz programı öncesi
kişinin kardiyovasküler açıdan değerlendirilmesi gerekir. Osteoartrit
varlığında bireyin egzersiz planları değişebilir. Eklem hareketleri sırasında
kas boyunun uzayıp kısaldığı hareketler izotonik hareketlerdir (örneğin ağırlık
kaldırma). Eklem hareketi olmadan belli sürelerle kasılma yaratma ise izometrik
hareketlerdir (örn karşı kuvvete direnme egzersizi). İzotonik egzersizler ile
kalori harcanırken izometrik egzersizler ile kas kitlesi korunur. Egzersiz ile
metabolik hız arttırıldığından çok önemlidir. Tek dikkat edilmesi gereken kas
kitle kaybına engel olunmalıdır. En kolay izotonik egzersizler belli tempoda
yürüyüş, koşu, yüzme, ağırlık kaldırma, vb sporlardır. Günde 30-60 dakika
izotonik egzersiz yararlıdır. Bu süre kas kitle kaybı oluşturmayacak şekilde
arttırlabildiğinde kilo kaybı hedefine daha kolay ulaşılacaktır. Egzersiz
yapmanın çok önemli bir diğer yönü insülin direncini azaltmasıdır.
Diet
Günlük gıda alımındaki genel ilkeler
yukarıda sıralnmıştır. Bunun dışında bireyin kalori hedefi nedir ve hangi tip
diet almalıdır. Bu noktada kişinin bazal (istirahat) enerji ihtiyacı (BEİ)
hesaplanmalıdır. Günlük hedef kalori olarak BEİ alınabilir. İstirahat dışı tüm
harcamaları kişinin kilosunun azalmasına sebep olacaktır. Bazal metabolik hızı
en iyi hesaplayan yöntem indirekt kalorimetredir. Bu yöntemde kişi bir fanus
içine konur, belli zaman diliminde ürettiği karbondioksit miktarına göre
tükettiği kalori (Krebs siklusunda 38 ATP üretimi sırasında 2 mol CO2 açığa
çıkar) hesaplanır. Bu yöntem gerçeğe en yakın olmasına rağmen uygulaması kolay
değildir. Günümüzde indirekt kalorimetre olduğu iddia edilen ve bir cihaza
üflenerek çalışan aygıtlar belli sabitlerin çarpımı ile hesap yapan, gerçek
anlamda indirekt kalorimetre olmayan cihazlardır. Günümüzde istirahat enerji
ihtiyacı; boy, yaş, kilo ve cinsiyet kullanılarak tahmin edilmektedir. Bu
formüllerde her zaman ±10 yanılma payı
mevcuttur. Harris Benedict formülü bunlardan biridir. Birçok BEİ ölçen cihaz ve
tartı da bunlardan faydalanmaktadır.
BEİ karşılığı günlük kalori hedefi iki
şekil diet eşliğinde verilebilir. Bunlarda ilki herhangibir makro besin öğesini
hedef almayan dengeli kısıtlamadır, diğerleri ise yağ veya karbonhidratları
kısıtlama yoluyla yapılan dietlerdir.
Benim bir tıp adamı olarak önerim
ilkidir. Bu tedavi sırasında daha önce belirttiğim gibi en çok yapılan yanlış
kilo hedeflerinin çok rijid tutulması ve bu hedeflere çok kısa sürelerde
ulaşılacağının ifade edilmesidir. Bunda rekabetin de etkisi olabilir. Halbuki
çok değişkenli, çok kompleks ve oldukça hassas dengeleri içeren bir organizma
ile karşı karşıyayken, başarı diye nitelendirilen kilo kaybının aslında
sağlıkta herhangibir sorun yaşanmadan gerçekleşmesi ve kalıcı olması en önemli
hedeftir. Kişi verdiği kilolar sonrası yeni hayat tarzını benimseyerek
sindirerek elde edemezse hızla eski kilolarına ulaşacaktır.
Bu sebeple BEİ ile başlanacak kalori
hedefi sırasında dengeli kalori kısıtlaması uygulanmalıdır. Günlük protein
ihtiyacı belirlenip düşüldükten sonra geri kalan non-protein kalori ihtiyacının
%65-70’i karbonhidrat, %30-35’i yağ olarak düşünülebilir. Çok önemli olan
kalori yüzdesine göre protein ihtiyacının belirlenmesi hatasıdır. Kalori
azaldıkça protein miktarı da azalacak, bu kas kitlesini eritecektir. Bu sebeple
protein ihtiyacı kaloriden bağımsız hesaplanmalı, 1-1.5 g/kg/gün hesabıyla
verilmelidir. Mutlaka kaliteli protein dediğimiz, esansiyel aminoaistleri
içeren proteinler içermelidir. Yani ağırlıklı bitkisel proteinler ciddi sorun
yaratabilir, mutlaka hayvansal proteinlerle birleştirmeli hatta büyük kısmını
hayvansal proteinler oluşturmalıdır.
Örnek: BEİ si 1700 kcal bulunan 45
yaşında 165 boyunda erkek, 110 kg dır. Bu kişide hipokalorik diet içeriği nasıl
olmalıdır denirse: Protein ihtiyacı hesabı için önce uyarlanmış (adjusted
weight) kilo hesaplanmalıdır. Uyarlanmış kilo= ideal kilo [boya göre] +
0.4x(mevcut kilo-ideal kilo). İdeal kilosu=60 kg, uyarlanmış kilo = 80 kg
bulunur (110-60=50è50x0.4=20è60+20=80 kg). 80x1 g/kg/gün = 80 g/gün (min.) protein
ihtiyacı vardır. Non protein kalori = 1700 – (80 x 4 kcal) è yaklaşık 1400 kcal/gün. Buradan çıkan sonuçla; bu
kişinin alması gereken 80 g/gün, ve her öğün başına 25-30 g protein eder.
Bunun dışında 1400 kcal/gün. %65 i karbonhidrat
(CHO) ve %35 i yağ olursa è
900 kcal karbonhidrat, 500 kcal yağ içermelidir. Diğer bir deyişle 225 gr CHO,
50 gr yağ içermelidir. Günlük ihtiyacı olan eser element ve vitaminlerde
herhangibir kısıtlama söz konusu olmaz.
Diğer diet yöntemleri arasında düşük CHO
içeren ve düşük yağ içeren, proteinden zengin diyetler vardır. Bunlar
multidisipliner ekip içerisinde şayet ilk diyet seçeneğinden fayda elde
edilemez ise optimal düzeylerde denenebilir.
İlaç
tedavisi
Orlistat
Pankreatik enzimleri azaltarak gıdaların
barsaktan emilimini azaltmaktadır. Tüm tedavi boyunca %10 kilo kaybı
sağlayabileceği ifade edilmektedir. Bu tarz ilaçlarla tek başına başarı şansı
yüksek değildir.
Lorcaserin HCl
Seratonin reseptör antagonisti (5 HT2C)
olan yeni bir ürün. %5 ek kilo kaybı yarattığı ifade edilmektedir.
Metformin ve Tiazolidinedionlar (TZD)
Daha önceki bölümlerde ayrıntılı olarak
bahsedildi. İnsülin direnci varlığında kullanılabilmektedir. TZD lerin tip II diyabet varlığı dışında tek başına
insülin direnci varlığında kullanılma endikasyonu yoktur!
Bupropion
Depresyon varlığında antidepresan olarak
tercih edildiğinde kilo kaybına yol açmakta.
Exanatid
Diyabet hastalarında insülin direncini
azaltan ilaçlar yanısıra glukagon like peptid -1 analogu olan bu ilaç kilo
kaybı sağlamakta.
Cerrahi
tedavi
Tüm tedavi seçeneklerine dirençli olup bu
sebeple ciddi sağlık sorunları yaşayan
ve/veya hayatı tehdit edecek riskleri
olan bireylerde çok deneyimli ekiplerce yapılmalıdır. Seçenekler arasında
gastrik bantlama, gastrik by-pass cerrahileri, mide küçültme cerrahileri ve
pankreatiko-biliyer cerrahiler yeralmaktadır.
Psikolojik
destek tedavisi
Multidisipliner tedavi
içinde çok önemli bir ayaktır. Obezite tedavisinin en önemli sorunu birey
uyumudur. Hayat standartlarının değişimi ve diyete uyum kimi bireylerde çok güç
olmakta veya başarısız olmaktadır. Bu noktada psikolojik destek son derece
önemlidir. Bir çok kişide tedavi esnasında anksiete ve depresyon gelişmekte,
tedavi edilmediğinde obezite tedavi başarısızlığı dışında kalıcı sorunlar
oluşturmaktadır. Diğer taraftan bu bireylerin birçoğu daha önce defalarca
çeşitli tedaviler görüp sonuçta başarısız olmuş kişilerdir. Ve her tedavi
başarısızlığı yaşadıklarında daha çok umutsuzluk gelişmiştir. Bu kişilerin
sosyal ve iş hayatlarında özgüven eksikliği de yaratabilmektedir. Tüm bu
sebeplerden dolayı tedavi öncesi ve tedavi sırasında psikolojik destek alınması
başarı şansını arttıracaktır. Bu konuda daha detaylı bilgi önümüzdeki günlerde
bu sayfalarda yeralacaktır.
Sevgiler
Bülent SAKA
Kaynaklar
- WHO: http://www.who.int/topics/obesity/en/
- Grundy SM, Brewer HB Jr, Cleeman JI, Smith SC Jr,
Lenfant C. Definition of metabolic syndrome: Report of the National Heart,
Lung, and Blood Institute/American Heart Association conference on
scientific issues related to definition. Circulation. Jan 27
2004;109(3):433-8.
- Ogden CL, Carroll MD, Kit BK, et al. Prevalence of obesity in the
United States, 2009-2010. NCHS Data Brief 2012:1-8.
- Flegal KM, Carroll MD, Kit BK, et al. Prevalence of obesity and trends
in the
distribution of body mass index among US
adults, 1999-2010. JAMA
2012;307:491-7.şlk
5.
Masters
RK, Reither EN, Powers DA, Yang YC, Burger AE, Link BG. The Impact of Obesity
on US Mortality Levels: The Importance of Age and Cohort Factors in Population
Estimates. Am J Public Health. Aug 15 2013.
- Molarius A, Seidell JC, Sans S, Tuomilehto J, Kuulasmaa
K. Varying sensitivity of waist action levels to identify subjects with
overweight or obesity in 19 populations of the WHO MONICA Project. J Clin Epidemiol. Dec 1999;52(12):1213-24
- Satman I, Omer B, Tutuncu Y,
Kalaca S, Gedik S, Dinccag N, Karsidag K, Genc S, Telci A, Canbaz B,
Turker F, Yilmaz T, Cakir B, Tuomilehto J; TURDEP-II Study Group.
Twelve-year trends in the prevalence and risk factors of diabetes and
prediabetes in Turkish adults. Eur J Epidemiol. 2013 Feb;28(2):169-80. doi:
10.1007/s10654-013-9771-5
- Kahn BB, Flier JS. Obesity and insulin resistance.
J Clin Invest 2000;106:473-81.
- Kissebah AH, Krakower GR. Regional adiposity and morbidity. Physiol
Rev. 1994;74:761-811
- Bray, G.A. 1985. Autonomic
and endocrine factors in the regulation of
food intake. Brain Res. Bull. 14:505–510.
- Campfield, L.A.,
Smith, F.J., Guisez, Y., Devos, R., and Burn, P. 1995.
Recombinant mouse OB protein: evidence
for a peripheral signal linking
adiposity and central neural networks.
Science 269;546-9.
- Dennis EA, et al.
Water Consumption Increases Weight Loss During a
Hypocaloric Diet Intervention in
Middle-aged and Older adults. Obesity (Silver
Spring) 2010;18:300-307
0 yorum:
Yorum Gönder