Gastrointestinal
Hastalıklarda Malnütrisyonun Tanı ve Tedavisi
Prof.
Dr. Bülent SAKA
Gastrointestinal
sistem (GIS ) makro ve mikro besin
öğelerinin sindirim, emilim ve metabolizmalarının gerçekleştiği organlar
sistemidir. Sindirim ve emilim ağızdan başlayarak anüse kadar uzanan yaklaşık 7
metrelik bu sistem içinde gerçekleşir. Makro besin öğelerinden karbonhidratlar
ve proteinler öncelikle portal sistem vasıtasıyla karaciğere taşınarak
metabolize olurlar. Barsak lümeni içinde ağırlıklı olarak pankreatik lipaz
aktivitesi ile parçalanan lipidler safra asitleri ile yağ miçellerini
oluşturur. Bu yapı içindeki uzun zincirli yağ asitleri enterositlerce emilerek lenfatik
sisteme geçer ve şilomikronları oluşturur. Şilomikronlar duktus torasikus
vasıtasıyla sistemik dolaşıma geçerler. Kısa ve orta zincirli yağ asitleri ise
enterositlerce emildikten sonra direkt portal sisteme geçerler ve karaciğerde
metabolize olduktan sonra dolaşıma katılırlar.
Karbonhidratlar,
proteinler ve lipidler büyük oranda proksimal ince barsaktan emilir, diğer
kısımlarda daha az olmakla birlikte tüm ince barsak segmentlerinden emilim
mevcuttur. Elektrolitler tüm ince ve
kalın barsaklardan emilirler. Kalsiyum, demir ve folat ağırlıklı olarak
proksimal ince barsaktan emilirler. Safra asitleri ve kobalamin ise ağırlıklı
olarak ileumdan emilir.
Nasıl tanı koyalım?
Hastaların
nütrisyonel durumlarının belirlenmesinde antropometrik ölçümler (kilo, beden
kitle indeksi, triceps cilt kalınlığı, vs) yanı sıra tarama ve değerlendirme testleri
kullanılmaktadır. Nütrisyonel Risk
Taraması (NRS-2002) 2002 yılında ESPEN tarafından geliştirilmiş kapsamlı
bir tarama testidir (Tablo 1). Temelde mevcut klinik hastalık ve son dönemdeki
beslenme durumu sorgulanarak puanlama yapılır. Skor ≥3 olanlarda malnütrisyon
riski varlığı kabul edilir. Subjektif
Global Değerlendirme testi 1987’de geliştirilmiştir. İçinde antropometrik
ölçümler yanısıra beslenme durumu ve klinik durum hakkında bilgi veren sorular
içermektedir (Tablo 2). Tarama sonrası değerlendirme yapmak için
kullanılmaktadır. Kapsamlıdır, bu nedenle daha çok vakit alabilir ve sonuçta
adından da anlaşılacağı üzere hekim kendi yorumu ile derecelendirme yapar. Mini Nütrisyonel Değerlendirme (MNA) testi daha
çok yaşlı populasyon ve ayaktan takip edilen hastalar için hazırlanmış bir
testtir. İlk kısmı 6 sorudan oluşur ve hızlı bir tarama testidir. İlk kısımdan
düşük skor alanlara ikinci kısımda yeralan 12 soru daha sorularak toplam skor
elde edilir. Toplam skor 23.5 ve üzeri olanlarda normal nütrisyonel durum, 17
ile 23 arasında olanlarda malnütrisyon riski, <17 olanlarda malnütrisyon var
denir.
Nasıl Tedavi edelim?
Tarama
ve değerlendirme sonucunda malnütrisyon veya malnütrisyon riski tespit edilen
hastalara beslenme destek tedavisi planlanmalıdır. Oral gıda alımı mümkün
olanlarda kliniğin diyet birimi ile görüşülerek günlük kalori ihtiyacı
doğrultusunda diyet düzenlenir. Bu yolla yeterli destek sağlanamadığında enteral
ve/veya parenteral beslenme ürünleri ile destek tedavisi uygulanır. Asıl olan
enteral beslenmedir, fakat bu her zaman yeterli veya mümkün olamamakta,
dolayısıyla bazen parenteral nütrisyon tedavisi ile desteklenmektedir. Enteral
beslenme yolları; oral enteral, nazoenteral ve enterokütan yollardır.
Nazoenteral yol için nazogastrik veya nazointestinal feeding tüp
kullanılabilir. Enterokütan yollar ise, perkütan endoskopik gastrostomi (PEG ) ve perkütan endoskopik jejunostomidir (PEJ).
Bazen PEG ’den uzatılan bir tüp
vasıtasıyla jejenuma ulaşılabilir (PEG -J).
Uzun süreli tüple besleme gereken hastalarda (>4 hafta) PEG uygulanması tavsiye edilmektedir. Terminal evre
kanser hastalarında tüple beslenme önerilmemektedir.
Beslenme
yolu seçildikten sonra günlük enerji ihtiyacı (GEİ) hesaplanmalı ve ardından
oral gıda alımı da göz önünde bulundurularak günlük verilecek destek miktarı
hesaplanmalıdır. GEİ, bazal enerji ihtiyacı (BEİ), aktivite faktörü ve stres
faktörü toplanarak bulunabilir. Harris-Benedict formülü ile kilo, boy ve yaş
kullanılarak BEİ hesaplanabilmektedir. Klinik hastalık ve bulgulara bakılarak
stres faktörü saptanır. Örneğin kronik hastalıklar varlığında BEİ’e %10-20
eklenirken, nüks halinde kanser, yaygın kanser, sepsis veya ARDS varlığında bu
oran %30-100 arasında değişebilir. Her 10C vücut ısısı artışına karşılık
BEİ’e %10 eklenir. Diğer taraftan hastanın hareket kabiliyeti de önemlidir.
Örneğin yatalak bir hastada BEİ’e %15-20 eklenirken, ambulatuvar bir hastada
%20-25, mobil bir hastada %30-40 eklenebilir. Sonuçta GEİ elde edilir. Ağızdan
tüketebildiği gıdalardan elde edilen kalori miktarı GEİ’den çıkarıldığında
günlük enerji açığı hesaplanabilir. Standart durumda 1-1.2 g/kg/gün olan
protein ihtiyacı metabolik stres varlığında 1.5-2 g/kg/gün değerine kadar
artabilir. Kalp yetersizliği ve böbrek yetersizliğinde sıvı kısıtlaması
gerekecektir. Diyabet vakalarında günlük enerjinin karşılanması sırasında
karbonhidrat oranı azaltılacak aradaki açık yağ ile karşılanacaktır. Yaşlı
hastalarda GIS motilitesinin
idamesinde lifler önem kazanmakta ve diyete mutlaka lif eklenmelidir.
Enteral
beslenme sırasında klinik duruma göre uygun ürün seçimi önem kazanmaktadır.
Normal şartlarda farklı aromalarda standart ürünler tercih edilmekte, normal
dışı durumlarda özel ürünler kullanılmaktadır. Standart ürünlerde genellikle 1
ml de 1 kcal bulunmaktadır. Diyabetik ürünlerde CHO miktarı daha azdır ve
fruktoz, isomaltoz ve maltodekstrin gibi glisemik indeksleri daha düşük
moleküller seçilmektedir. Sıvı kısıtlaması gereken hastalarda yüksek enerjili
ürünler seçilmektedir (1 ml=1.5-2 kcal). Proteinden zengin ürünlerde protein
miktarı daha yüksektir (örn: standart bir üründe 40-50 g/l, bu ürünlerde 60-100
g/l). Liften zengin ürünlerde çözünebilir veya çözünemeyen çeşitli lifler
bulunmaktadır. Bu lifler bir taraftan motiliteye katkıda bulunurken diğer
taraftan da prebiyotik etki yaratmaktadır. Diğerlerinde tolerans
sağlanamadığında düşük ozmolaritedeki ürünler tercih edilebilir. Ozmolariteleri
240-300 mosm/l arasında değişmektedir. Kanser kaşeksisinde ve inflamatuvar
hastalıklarda kullanmak üzere geliştirilen ve içinde çeşitli immunnütrisyon
ürünleri (glutamin, arginin, hidroksi metil bütirat, RNA, EPA) içeren ürünler
bulunmaktadır. Özellikle kanser kaşeksisinde faydalı olduklarına dair veriler
mevcuttur, iştah açıcı karakterdedirler.
Günlük
enerji açığı hesaplandıktan ve uygun enteral beslenme ürünü seçildikten sonra
ilk yapılması gereken bu ürünün ne hızla verilmesi veya hedef hacme ne kadar
sürede ulaşılmasıdır. Çünkü hedefe hızlı ulaşılması tolerans bozukluklarına,
kusmaya, ishale, aspirasyon gibi komplikasyonlara sebep olabilmektedir.
Genellikle önerilen hedef miktara 7-10 günde ulaşılmasıdır. Tedavi sıraında en
sık rastlanılan bulantı-kusma ve ishaldir. Bulantı ve kusma için hemen
tedaviden vazgeçmemeli, mide boşalma zamanını hızlandıran ve barsak
motilitesini arttıran ürünler kullanılabilmektedir. Diğer taraftan ürün miktarı
bir süre azaltılabilir veya farklı bir ürün denenebilir (örn. düşük
ozmolariteli ürünler). İshal ortaya çıktığında öncelikle dışkı analizi ile
infeksiyon varlığı araştırılmalı, yoksa ürün kaynaklı denilip ürün miktarı
azaltılmalı veya ürün değiştirilmelidir. Bazı durumlarda barsak hareketlerini
baskılayan tedaviler verilebilir (Kısa barsak sendromunda loperamid gibi).
Tüple beslenme sırasında bolus uygulamalar sırasında ürünün önünden ve
arkasından 25-50 cc su verilmeli, infüzyon tedavisi sırasında ise giden ürün
belli aralıklarla durdurulup yine su verilmelidir. Aynı durum PEG varken de geçerlidir. Jejunumdan beslenen
hastalarda ise hipo-ozmolar ürünler veya su direkt olarak verilmemelidir. Bolus
uygulama yapılmamalıdır. Sadece infüzyon tedavisi verilebilir. Her durumda
hastanın başı 30-400 yüksekte tutulmalıdır.
Enteral
beslenmenin mümkün olmadığı veya yetersiz kaldığı durumlarda parenteral tedavi
uygulanmalıdır. Periferik yolla uygulanan ürünlerin ml’sinde 0.6-0.7 kcal
varken, santral yolla verilenlerin ml’sinde 1 kcal bulunmaktadır. Yağlar
santral yolla verilmeye uygun moleküllerdir. Düşük oranlarda periferal
uygulanan ürünlerde bulunmaktadırlar. Parenteral ürünlerde standart kullanılan
yağ soya yağıdır, zamanla zeytinyağı bazlı ürünler, orta zincirli yağ asitleri
içeren karışımlar, balık yağı içeren karışımlar piyasaya sürülmüştür. Balık
yağı içeren karışımlar yüksek EPA içeriği ile ön plana çıkmakta ve anti-inflamatuvar
etkileri bilinmektedir. Yine zeytinyağı içeren ürünlerde de anti-inflamatuvar
etki gözlenirken karaciğer yağlanmasının önüne geçebildiği bazı yazılarda
bildirilmiştir.
Inflamatuvar GIS hastalıkları ve malnütrisyon ilişkisi
Kişi
aktif olarak enteral yolla beslenemediğinde zamanla safraya olan sIgA
sekresyonu azalmakta, bu durum bakteriyal aşırı çoğalmaya yol açmaktadır.
Bakteriyal aşırı çoğalma sonucu safra asitlerinin geri emilimi bozulmakta, bir
kısmı sekonder safra asitlerine dönüşmektedir ki bunlar kolestaza yol açar ve
bir kısmı kolona geçer ve feçes ile atılır. Sonuçta safra havuzu azalmakta,
kolestaz ve karaciğer hasarı gelişmektedir.
İnflamatuvar
barsak hastalıkları (IBH) ülseratif kolit ve Crohn hastalığı olmak üzere ikiye
ayrılmakla birlikte küçük bir grup hastada tip tam olarak ayrılamamakta ve bu
grup belirlenemeyen kolit olarak adlandırılmaktadır. Dünyada prevalansın en
yüksek olduğu coğrafyalar Avrupa ve Amerika kıtasıdır. Ülkemiz düşük
prevalanslı bölgede yeralmaktadır. Crohn hastalığı (CH) ağızdan anüse kadar tüm gastrointestinal traktüsü transmural
tutan, fibrozise ve obstrüktif barsak semptomlarına, serozayı tutarak
mikroperforasyonlar ve fistül oluşumuna yol açan ve arada atlama alanları gösteren İBH’dır. En
sık ince barsak distal segmentlerini tutar. Ülseratif kolit (UK) ise kolonun mukozal tabakasına sınırlı,
tekrarlayıcı inflamasyon atakları ile karakterli, hemen daima rektumu tutan, proksimale
doğru yayılabilen, arada atlamadan sürekli
tutulum gösteren İBH’dır. İBH’na yaklaşımda diyet ve nütrisyon, malnütrisyon ve aşırı kilo kaybını önlemede çok önemlidir. CH’da malnütrisyon
sıklığı UK’e göre daha fazladır. CH’de kilo kaybı, hastaneye yatan hastaların %
75 kadarında gözlenir. Negatif azot dengesi aktif hastalık sırasında hastaların
% 50’sinden fazlasında bulunur. Yaygın inflamasyon ve barsağın kendisinin
rezeksiyonu besinlerin emilimini sınırlar.
İlaçlar, artmış eksüdasyonla
protein kaybı veya bakteriyel aşırı çoğalma
malabsorbsiyonun ek nedenleridir. Mikronütrient eksikliği görülme sıklığı UK’ye
göre çok daha fazladır (vit D, vitamin B12, demir, folat eksikliği, vb.). CH’nın
tedavisinde nütrisyon destek tedavisinin yeri vardır. Enteral nütrisyon,
probiyotik ve prebiyotikler, glutamin ve omega-3 yağ asitlerinin inflamasyonu
azalttığına dair veriler mevcuttur. Enteral beslenme ile nütrisyonel durumda
düzelme, immün fonksiyonlarda düzelme, GI traktüse antijen yükünün azalması, diyet
yağının azalması ile inflamatuvar mediyatörlerin sentezinin azalması, hastalıklı
barsağa trofik nutrientlerin verilmesi (glutamin), intestinal mikrobiyal
floranın değişmesi sağlanır. Diğer taraftan uygulaması kolay, daha ucuz, TPN ’e göre iyi bir alternatiftir. Orta şiddette
aktif CH’nda 3-6 haftalık tedavi sonrası hastaların % 50-70’inde remisyonu
sağlamada primer tedavi olarak etkindir. Non-elemental diyetler elemental ve MCT’den zengin ürünler kadar
etkilidir (1). Laktobasiller ve bifidobakterler probiyotikler olarak
geçmektedir ve eksikliklerinde patojen bakterilerin (enterobakterler) GIS florasında çoğalması sonucu aşırı bakteriyal
gelişim ortaya çıkar. Yine prebiyotikler (inulin ve oligofruktozlar) bakteri
aşırı gelişimini engelleyerek infalamasyonu azaltırlar. CH glutamin, n-3 yağ
asidleri ve diğer farmakonütrienlerin kullanımı için iyi bir gerekçe olmasına
karşın, bunların kullanımını tavsiye etmek için halen yeterli kanıt yoktur (2-4).
CH’da elementel veya polimerik nütrisyon desteği arasında hastalık aktivitesi
açısından fark bulunmamıştır. LCT (uzun zincirli yağ asitleri) ve MCT (orta
zincirli yağ asitleri) içerikli ürünler arasında da fark bulunmamıştır. Farklı
LCT tipleri karşılaştırıldığında linolenik asit içerikli ürünlerle yapılan
destek tedavisinde oleik asit kullanımına kıyasla remisyon oranı daha yüksek
bulunmuştur (%63 vs %27). UK de malnütrisyon varlığında tercihan enteral
beslenme ile nütrisyon desteği verilmelidir. Malnütrisyon varlığı hastalıktan
bağımsız olarak gidişatı olumsuz etkileyecektir. Bunun dışında enteral veya
parenteral beslenmenin CH’nın aksine hastalığın inflamatuvar aktivitesi üzerine
olumlu bir etkisi gözlemlenmemiştir. Prebiyotikler ve probiyotiklerin UK daha
etkin oldukları anlaşılmıştır. Yapılan çalışmalar probiyotik kullanımının
meselamin kullanımına eşdeğer olduğu bulunmuştur.
Gastrointestinal
fistüller, barsaklar ile diğer içi boş organlar, cilt veya barsağın distal
kısmı arasında gelişen anormal bağlantılardır. Cilde açılan fistüller
(enterokutanöz fistüller; EKF) barsak fonksiyon bozukluğu ile giden ciddi komplikasyonlara
sebep olabilirler. Barsak içeriği vücudu fistül yoluyla terkeder ve distal
barsak kısımları emilim işlevinin dışında kalır. Sonuç olarak, hastalar
fistülden (makro) besinler, sıvı ve elektrolit kaybederler, malnütrisyon
gelişir. %10-25 hastada spontan gelişir (CH, kanser, radyasyon hasarı, divertikülit),
%75-90 vakada post-operatif gelişir. Risk faktörleri malnütrisyon, kilo kaybı,
düşük yağ dışı beden kitlesi ve inflamatuvar aktivitedir. Düşük albumin düzeyi,
hastalık ve inflamasyon varlığında vücudun stres cevabının bir göstergesidir.
EKF’si olan hastalarda tedavi başarısızlığını ifade eder. Artan albümin düzeyi
her zaman iyiye işarettir ve stres cevabın geçmekte olduğunu işaret eder. Tedavide
infeksiyon odağı varsa bulunup tedavi edilmesi, nütrisyonel desteğin sağlanması,
uygun dönemde cerrahi çıkarmadır. EKF’de spontan kapanma beklentisi varsa
parenteral nütrisyon (PN) ağırlıklı destek ile üst GIS
sekresyonlarını azaltıcı bir tedavi uygulanı (PPI ve somatostatin). Spontan
kapanma beklenmiyorsa debiye bakılır, yüksek debi varlığında (>500 cc/gün) PN
ve fistüloklizis ile EB verilir. Debi yüksek değilse enteral beslenme ve
fistülden gelenin distale reinfüzyonu yapılır. Bu yolla yeterli kalori
sağlanamazsa PN ile destek verilir. EKF olan hastalarda immunonütrisyon
(glutamin, arginin, omega-3 yağ asitleri ve nükleotidler) uygulaması faydalı
olabilir. Hastanede yatış süresini azalttıkları gösterilmiştir.
Karaciğer
sirozunda malnutrisyonun tanısının konulması daha zordur. Sirozda görülen sıvı
retansiyonu, ödem, asit gibi nedenler antropometrik ölçümleri etkiler. Ayrıca
serum albumin ve prealbumin değerleri karaciğerde sentezlendiği için güvenilir
değildir. Tüm bu faktörler siroz hastalarının altta yatan malnutrisyon
tablosunu maskelemekte ve konuyla ilgili olmayan klinisyenin gözünden
kaçmaktadır. Azalmış besin alımı, hipermetabolik durum, makro ve mikro besin
öğelerinin sentezlenmesinde bozukluk malnütrisyonun temel sebepleridir. Siroz
hastalarının iştahı azdır. Bunun temel nedeni TNF-alfa sanlımı olmasıdır. Erken
doyma diğer önemli bir etkendir. Erken doyma gastrik akomodasyonun bozulması,
fundus gevşemesinin inhibisyonu, mekanik olarak mide hacminin azalmasına (asit,
splenomegaliye bağlı) sekonder gelişir. Ayrıca uygulanan sıkı diyetler (tuz,
bazen protein kısıtlaması) hastanın iştahının azalmasında rol oynar. İleri
evrdeki karaciğer hastalığında hastalara yeterli miktarda protein, kalori,
vitamin ve minerallerin verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Diyetteki kalori
miktarı REE (istirahat enerji gereksinimi)’in 1.2 katı olmalıdır. Bu da
genellikle 30 kcal/kg (%30-35 yağ kaynaklı) enerji şeklinde olmalıdır. Protein
ihtiyacı ise en az 1 g/kg olmalıdır. Hepatik ensefalopati olduğunda eğer
hastanın ensefalopatisi protein alımı ile korelasyon gösteriyorsa, 40 gram/gün
aşılmamalıdır. Diğer durumlarda ensefalopati varlığında bile protein
kısıtlaması yapılmasına gerek yoktur. Günlük spontan kalori alımı düşük olan
hastalarda (<50 g/gün protein alımı) nutrisyonel desteğe ihtiyaç vardır.
Epizodik kronik hepatik ensefalopatisi olan hastalarda yapılan çalışmalarda, 1.2
g/kg proteinin güvenle verilebileceği ve geçici olarak protein kısıtlamanın
ensefalopati seyrine faydası olmadığı gösterilmiştir (5,6). Karaciğer
yetmezliğinde nutrisyon tedavisinin klinik sonuçları iyileştirdiğini gösteren
çok sayıda çalışma vardır. Hatta bu çalışmalarda 35-40 kcal/kg ve 1.6 g/kg
protein gibi yüksek doz uygulamaların daha iyi sonuçlar verdiğini gösteren
çalışmalara vardır. Eğer hastanın hepatik ensefalopatisi ağırsa ve başka bir
neden gösterilememişse, birkaç gün protein 40 g/gün olarak verilip kontrol
edilebilir ancak uzun süre bu düşük protein alımı zararlıdır. Hastanın kas
yıkımına neden olmaktadır. Bazı hepatik ensefalopati hastaları proteine karşı
nadiren intoleran olabilirler. Bu hastaların nutrisyonel planlamasında 0.5 g/kg
doza düşülebilir. Ancak bu değerler protein ihtiyacını karşılamayacağı için
sarkopeniyi tetikler. Bu hastalarda dallı zincirli aminoasit tabletleri
denenebilir. Son dönem karaciğer yetmezliğinde nutrisyon tedavisi, oral alımı
yeterli olmayan hastalarda oral nutrisyonel destek ürünleri (aromalı ağızdan
alınan ürünler) veya tüple beslenme (nazogastrik beslenme tüpü) yoluyla
yapılmalıdır. Bu hastalara nazogastrik beslenme tüpü (nazogastrik sonda
değil!), güvenle yerleştirilebilir. Üçüncü derece varisleri olan hastalarda dahi
bu tüplerin kanamayı başlattığını gösteren bir delil bulunmamaktadır. Ayrıca
aspirasyon pnömonisi veya gastrik rezidü gelişmesi riski diğer hastalardan
farklı değildir. Hangi ürünün kullanılacağı ise net değildir. Ancak standart
ürünlerin kullanılması oldukça yaygın bir uygulamadır. Yine son yıllarda lifli
beslenme ürünlerinin özellikle, frukto-oligosakkarit içeren, prebiyotik
(yararlı bakterileri artıran lifler) özellikteki öğelerin beslenmeye
eklenmesiyle klinik tablonun iyileştiğini gösteren çalışmalar mevcuttur.
Özellikle karaciğer transplantasyonunun perioperatif döneminde prebiyotik ve
probiyotik uygulamasının yararlı olduğu gösterilmiştir. Sirozlu hastaların
kanlarında dallı zincirli amino asit (DZAA) seviyeleri düşüktür. Bu nedenle
DZAA desteğinden yarar görürler. Bazı çalışmalarda DZAA lerin protein yıkımını
engellediği, nitrojen dengesini düzelttiği ve hepatosit büyüme faktörünü
uyararak hepatosit rejenerasyonunu artırdığı iddia edilmiştir. DZAA oral yoldan
kullanımının yararlı olduğunu gösteren çok sayıda çalışma olmasına rağmen
önemli bir dezavantajları vardır. Maliyeti yüksek ve tadı kötüdür. Birçok
çalışmada kronik kullanımda hastaların ürünün kötü tadı nedeniyle kullanmaya
devam etmekte zorlandığı bildirilmiştir.
Referanslar
- Mol Nutr Food Res 2008; 52: 875-84
- Ockenga J, Borchert K, Stu¨ ber E, Lochs H, Manns MP, Bischoff SC. Glutamineenriched total parenteral nutrition in patients with inflammatory bowel disease. Eur J Clin Nutr 2007;59:1302–9.
- MacLean CH, Mojica WA, Newberry SJ, Pencharz J, Hasenfeld Garland R, TuW, et al. Systematic review of the effects of n-3 fatty acids in inflammatory bowel disease. Am J Clin Nutr 2005;82(3):611–9.
- Turner D, Zlotkin SH, Shah PS, Griffiths AM. Omega 3 fatty acids (fish oil) for maintenance of remission in Crohn’s disease. Cochrane Database Syst Rev 2007;2:CD006320.
- Nompleggi DJ, Bonkovsky HL. Nutritional supplementation in chronic liver disease: an analytical review. Hepatology 1994; 19: 518–33.
- Cordoba J, Lopez-Hellin J, Planas M et al. Normal protein diet for episodic hepatic encephalopathy: results of a randomized study. J Hepatol 2004; 41: 38–43.
Advertisers can explicitly select to have their adverts seem only "in app categories completely different from mine." Apple's own App Store tips have slightly to say about playing, but vital thing} part is how apps must "make clear that Apple is not a sponsor or concerned within the activity in any method." "However, development is at an early stage and only appears to be focused on the smaller Long March 2, probably for crew and cargo transfer," he added. "For the foreseeable future, for carrying heavy 1xbet payloads to low Earth orbit this decade, the Long March 5B is China's major choice." Once again, the guessing game of simply the place on the planet the core stage's fiery reentry will happen is bound to soak up extensive time of area junk trackers — and for good cause.
YanıtlaSil